Birinci Bölüm
Yağmurun Fısıltısı
Kasım 2005
Kasabanın sokaklarına sinen sessizliği, bir an için rüzgârın ansızın bastıran uğultusu deldi. Gündüz boyunca inen yağmur, geceyle birlikte sanki bir hikâyeyi anlatırcasına ağırlaştı. Her bir damla, yorgun evlerin kiremitlerine usulca düşerken, dış dünyanın karmaşasını unutmuş duvarların içine bir huzur sızdırıyordu. Yağmur, usta bir masörün parmakları gibi çatılara dokunuyor, göğe borcunu ödeyen toprağa şükranla karışıyordu.
Uzaklardan gelen deniz dalgaları, rüzgârla uyum içinde, kasabanın sessizliğine kendi şarkılarını katıyordu. Doğa, kendi kurallarıyla, insana ait olmayan bir gösteriyi sahneliyordu; hırçın, ama aynı zamanda da baştan çıkarıcı bir ahenkle.
Yılların izini taşıyan, ama hâlâ dostça sıralanmış evlerden biri solgun ışığını yaktı. Sanki yıllar önce elveda denmiş bir sohbete, yeniden başlanıyordu. O an, dostlarla dolu olduğunu sandığımız hayatın, aslında ne kadar derin bir yalnızlığa ev sahipliği yaptığını fısıldadı gece.
Evdeki adam, masada duran mektubu aldı. Vücudu yorgundu, ama mektubun çağrısına kayıtsız kalamadı. Kendini koltuğa bıraktı. Mektubu kaç kere okuduğunu hatırlamıyordu artık. Postacı akşam vakti getirmişti. Her cümlesi, onu içten içe bir sona ya da başlangıca sürüklüyordu.
Bir noktada durdu. Gözleri nemlendi. Gözyaşı, ruhun derinliklerinden kopup gelen bir damla olarak yanağından süzülmese bile, varlığı odada hissedildi. Gözyaşı, masumiyet gölüne düşen ve giderek büyüyen halkalara dönüşen bir isyandı. Huzur, saklanacak bir yer arayan bir kaçak gibi, bu sahil kasabasının tenha köşelerine sığınmıştı.
Sabahın ilk saatleri, ağır bir battaniyenin altındaki adam gibi, hâlâ uyanmamakta direniyordu.
Krallara layık olmasa da, karnını doyuracak kadar özenli bir kahvaltı hazırladı kendine. Yaşanmışlıkları ağır ama huzurlu bir sabah sessizliği vardı mutfakta. Gökyüzü, gri bulutların altında içli bir şarkı söylüyordu adeta. Dışarıya baktığında, yüzüne istemsizce yayılan hafif bir gülümseme belirdi. Bir an için geçmişe gidip, kahvaltı masasının diğer ucunda oturan Münevver Hanım’ı hayal etti. Boş sandalye, dolu bir hatıraya dönüşmüştü.